20 Eylül 2011 Salı

Gitmek Gerek, İçten Gelerek

Buralarda kalamam ben
Neden dersen
Estikçe rüzgar
Rüzgara itaat etmeliyim ki ben
Yaratılışıma sadık kalayım
Çünkü ben bir uçurtmayım!


Beni savuran rüzgar olsa da
Renklerimdir kaplayan simaları...

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Nova Era


 Bir saniye bittiğinde, öbür saniye başlar. Boşluk yoktur arada. Yeni saniye bittiğinde de ötekisi...

 Bir dönem biter bazen, belli bir konsept ile sürdürülmüş, hayatından bir kesit sona erer. Sanırsın ki o konsept senin hayatının konseptiydi, halbuki hayır. O sadece, senin o dönemine ait yaşam kompozisyonunun ana fikri olarak hayat bulmuş bir küçük yaşam parçası paketi idi. Paketi açtın, içinden çıkanlarla oynadın, oynadın... Ta ki oyuncaklarından sıkılana, onları eskitene, onlarla yetinmemeye başlayana dek...

 Bir dönem bitti. Bitiş anında sandın ki, sen de bittin. Çünkü zaman ve kişiliğini kafanda bir etmiştin. Oysaki zaman üstel fonksiyonla değişirken, kişilik doğrusal fonksiyonla değişir. Zaman ve yaşananlar koşar gider önden, kişilik onların peşinden sürüklenir; onların seni soktuğu patikalarda paçaları çamurlanır, adımları değişir.

 Bir dönem bitince, kitabın sonuna geldin sanabilirsin, hayali kapağını örtüp beklersin. Sayfaları çevirme cesaretin varsa, bitenin sadece bir bölüm olduğunu fark edersin, heyecanla kalan kısımları okumaya devam edersin.

 Canım dostum, kitabının finali henüz muallak, okuduğun kısımlar ne hikayenin en heyecanlı kısmıydı, ne de karakterin en parlak zamanlarıydı. Kalem senin cebinde, mürekkebin cesaretin. Yaz ki var gücünle, "asırlar boyu insanlar kütüphanesi"nde, kıymetli bir köşede yer bulsun, sonun sonsuzluk olsun.



 Futraf: Lisbon, Sintra yolları

2 Ağustos 2011 Salı

Özleme(me)k (gerek)

Seni özlemek,
Tedavülden kalkmış
Paraları biriktirmek gibi

Seni özlemek,
Doğmayacak bebeklere ninni...

Seni özlemek,
Bir zaman önce verdiğin nefesin
Rüzgarını kovalamak gibi

Seni özlemek,
Son parça çikolatanın tadını
Sonsuza saklamak istemek

Seni özlemek,
Tamamlanmamış besteler dinlemek...

Seni özlemek,
Uzakları gözlemek
Dürbün yapar ümitlerimi
Yollarım okyanusa gemilerimi

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Unutma(ma) Korkusu

 Hafızamın iyi olmadığını bilirdim. Ezberlerdim bilgileri, geçerdim sınavları. 1 ay sonra, tabula rasa şeklindeki bünyeyle devam ederdim hayata. (Bu arada beyin bedava) Ama sanırdım ki bu durum dersimsi bilgiler için geçerli sadece. Bu aralar unutmayacağım bir şeyler öğrendim: Ben her şeyi unutuyorum, bazen de unutmaktan korkuyorum.

 Transkripsiyon enzimlerinin görevlerini unutmak normaldi belki, ama "lanet olsun onu nasıl unutucam ben" ya da ebediyen kaybettiğin bir insanı unutma durumları; bunlar aynı şeyler miydi ki? Ben tamamen farklı şeyler sanırdım ama çok ortak yönleri varmış unutulma konusunda.

 Pek sevmiştim, uzaklara gidecektim, el mahkum bir ayrılık vardı ufukta. Onun gölgesiyle gidecektim, bu vardı planda. Çünkü unutmak zor zanaattı kanımca. Nasıl unutabilirdim, bu üzüntüyle nasıl başa çıkabilirdim? Uzaklara gitmenin heyecanı, maksimum buruktu bu tatsız durumdan ötürü. Yere dökülmüş bir tabak künefeyi yiyor gibiydim. Çok emindim, unutmayacaktım, işleri daha dramatik hale sokup öyle gitmek lazımdı. Bir yandan bu drama bana anlamsız bir zevk verirken bir yandan unutmak da istiyordum çünkü fazla hatırlama durumu insanı çok yoruyordu, gereksizdi. Ama unutmak nasıl mümkündü ki(!)

 Gittim uzaklarıma. Unuttum. Nasıl oldu bilmiyorum, hatırlamıyorum. Unutma süreci hatırlayamamak; içinin sıkıntısını öldürüp, delillerini de yok etmek gibiydi. Yeni bir "unutulmamalı" adayı girdi hayatıma. Muhtemelen oydu içimin sıkıntısını öldürmede bana suç ortağı. Sevimli bir ortak. Temiz bir cinayet oldu. Teşekkürler ortak.

 Şaşkındım. Unutmak bu kadar kolay mıydı? Onca şarkılar, şiirler unutmanın zorluğundan dem vurmuyor muydu? Onları bilmiyorum, belki dramatik durumlardan ekstra zevk alıyorlardı ki bu durumu ısrarla sürdürüyorlardı. Ama deneyince unutmayı kendi kendine devriliyordu domino taşları. Rahatlamıştım ama başka bir sorun yaklaşıyordu...

 Sevimli suç ortağım; sorun oydu. Uzaklarımda zaman çabuk geçti. Yeni bir ayrılık vakti yaklaşıyordu. Ve ben yine yeni bir unutma sendromundaydım. Zaman tükendikçe hüzünleniyor, sanki diğer uzaklarıma gidince dünya korkunç bir yer olacak, hep mutsuz olacağım şeklinde "ya unutamazsam"ın risk değerlendirmesini yapıyordum.

 Sonra biraz yükseklere çıktım, olan bitene şöyle bir baktım: Bu döngü, uzaklara gitmeyeceğim güne kadar aynı şekilde dönecek, acıdan öleceğim sanırken analjezik etkili bir şeyler çıkacak yoluma ve ben yine unutacağım. İnsan beyni, kalp hayatta kalsın diye programlanmış bir organ. Layıkıyla yerine getiriyor görevini.

 Bu unutmak iyi. Şaşırtıyor nasıl olup bittiği ama harika bir dirayet kabiliyeti. Bir de başka bir unutmak var işte onu sevmiyorum; en uzaklara gidenin ardında kalanların hikayesi.. Ondan da bir ara bahsetmek lazım, o da ayrı bir unutma meselesi...

19 Mayıs 2011 Perşembe

Tazesinden Eski Bir Aşk Hikayesi...

    Bilirdim her şeyini. Nasıl nefes alıp verirsin uyurken, nasıl tepkiler verirsin sinirliyken, hangi film seni ağlatır, hangi içki seni canlandırır ve benzeri ve benzeri... Sonra bitti. Duyduğum bir nefes yoktu yanımda artık uyurken, tek başıma ağlamaya başladım izlediklerime, hatta sıkça ağlamaya başladım hissettiklerime. Sebep yokken, durup dururken, sırf o nefesi duyamıyorum diye; dünyanın en mutsuz insanı olup çıkıyordum bir anda. Sen benim sevgilimdin, sen benim dostumdun. Sadece bir insan değil kaybedilen, benim için bir dünya oldu. Onca emek yalan oldu. Her şey bir yere varacak diye bir şart yok ama, kolay değil işte; nefes yakınlığındayken bir anda hiç kimse uzaklığında olmak. Beni kıran, beni yıkan bir hiç kimse. Daha yaşlı hissediyorum ama daha bilge değil. Şimdi game over oldu ya, en baştan başlayacağım yani öyle mi? "Merhaba ben bıdı bıdı senin adın ne hımm evet ben de aynı yerde okuyorum a bayılırım ben de ona..." Hiç mecalim yok. Hayata iştahım kesik. İpi kopmuş bir uçurtma gibiyim, umarım sağ salim yere inerim...

25 Ocak 2011 Salı

Sen miydin ölen



Yemeğini bitiremeden sofrayı terk etmek zorunda kalmış, yaşamasının tadı damağında kalmış ruhlar için...


Sen miydin ölen
20 yaşına girmeden
Yaşıyorsam eğer
2 kere yaşayacağım artık
Bir bana
Bir de senin yarım bıraktıklarına
Nefes vermeye yeter bu beden
Aslında
Bilmiyorum senin yerine yaşamak
Bana mı düşer
Ben kendi hayatımı bile
Varlığıma layık yaşayamazken
Nasıl bakarım senin gözlerinden
Senin kadar yükselmedim ben
Parçalarla oyalanıyorum burada
Bütün manzaranın güzelliği
Senin bakış açında
Ne inip fısıldayabilirsin kulağıma
Ne de tüm oyuncakları görmüşken
Dahil olabilirsin oyuna.


Belki bu alem
Küçücük bir toptan ibaret
Senin sonsuz oralarda.
Bilmemek çok acayip güzel kız
Bildiklerini yaşayamamak da
Nasılsa vaktimiz çok...
Hayır yok!
Yok değil mi güzel kız?
Öylesine lezzetliyken sofra
Yükselip güzelliği kavramadıkça
Ne ahmaklıktır bilinmez
Yaşamaya karnımız tok

2 Aralık 2010 Perşembe

Alık Alık

Bu ne kabalık
Bu ne kalabalık
İğne atsan yere düşmez
Nasıl düşsün bu alemde
Herkes yem derdinde
İğnenin ucunu ekmek sanıp
Kapıverir havada bir alabalık